I: Bu yazının fikri, aylar aylar önce bir dostumun Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ne neden bu kadar düşkün olduğumu sormasından çıktı. Defalarca okuduğum bir metin hakkındaki düşüncelerimi toparlamak kolay olmalıydı. Ancak derli toplu bir cevap veremedim (zaten henüz tez de bitmemişti!). Mesele benim için berrak olduğu kadar sebepsizce müphemdi de aynı zamanda. Hafiflik bana meftun olduğum her metin gibi konuşacak ve yaşayacak yeni şeyler vermişti, bu kesin. Okurken katıksız bir entelektüel keyif veriyordu, bu da kaçınılmaz. Metnin dokusuna yerleştirilmiş konuların birçoğu ya akademik hayatımla ya da özel yaşantımla örtüşüyordu. Hatta sadece yakınlarımla paylaştığım üzere, Hafiflik, ilişkilerimden birinde sımsıkı kapanmış bir düğümün bir anda açılıp herkesi özgür bırakmasını sağlamıştı. Bir gece yarısı satırları dolaşırken aklımda l’esprit de l’escalier* suretinde bir mum yanmış, karanlıkta kalan noktaları birleştirerek fevkalade mühim meselelerde fevkalade yanıldığımı/yanıltıldığımı idrak etmiştim. Çağrışımlar’daki hemen her yazıya bir itirafla başladığıma göre, bu itiraf da bu yazınının prologu olabilir gayet, ancak korkarım kapsamı sadece bu kadar ile kalacak. Sonuçta bu tek taraflı bir taahhüt ve itiraflarım karşılığında benim de bir şey elde ettiğim söylenemez.
*Birkaç kişiden gelen geri bildirimden sonra bu açıklamayı yapmalıyım. Diderot bir yemek sırasında kendisine dokundurmalı bir şekilde atılan bir tirada o an cevap veremediğini ancak merdivenleri inerken bir anda aklına verebileceği mükemmel bir karşılık geldiğini anlatıyor. Buna da l’espirit de l’escalier, tam çevirisiyle merdiven ruhu, diyor. Bu kavramı sanırım “duştayken aklıma gelen cevaplar” karikatürleriyle eşdeğer düşünebiliriz. Kavramın verdiği genişlik, kendisini sonradan farkına vardığımız ya da sonradan anlamlandırdığımız durumlar için kullanmamıza müsaade ediyor. Hatta Antipode dergisinde yayınlanan Touching Like a State isimli oldukça enteresan makalede yazarlar bu kavramı güvenlik güçlerinin protestoculara dolaylı müdahalelerini kavramsallaştırmak için kullandılar. Mekan Siyaseti dersinde okutan hocama selam!
II: Yine de bu saydığım hususların bir kitaba benim Hafiflik’e düşkün olduğum kadar bağlanmaya yetip yetmeyeceğinden emin değilim. Belli ki hayatımın bir noktasında birkaç etken birleşip Hafiflik’i zaman zaman müracaat edeceğim bir dayanak haline getirdi. Bu müracaat eyleminin benim tarafımdan bilinçli bir şekilde yapılmasından ziyade Hafiflik’ten aklımda kalan izlerin hayatın çeşitli anlarında, yine l’espirit de l’escalier tarzında, bilinçsizce ya da yarı-bilinç ile hayatıma sızması Hafiflik’e beni bu kadar bağlı hale getirdi sanırım. Bazen başıma gelen bir durum (ya da kişi) Hafiflik’ten bir şeyler çağrıştırdı, bazen Hafiflik’in çağrıştırdığı bazı düşünce kıvılcımları hayatımda başka çağrışımlara yol açtı; yani çağrışımın çağrışımı ile bağlandım Hafiflik’e.
III: Çağrışımlar [bu blog’un özel adı olarak değil, kelimenin literal manasıyla] varoluş ile mücadelemde bir araç olageldi benim için. Böylesine büyük laflardan aslında hiç hazzetmem ve bir iddianın büyüklüğü ile hakikat arasında genellikle ters orantı kurarım. Basitçe, varoluşla mücadele benim için hayattan anlam talebine karşı cevap alamayanların içine düştüğü müphem, metafizik ve utanç verici bir tuzaktan başka bir şey değil. Dolayısıyla tek kastım şu; hem gündelik olanın boğucu sıradanlığı hem de katlanılmaz angst epizotları ile başa çıkmak için hayatımı çağrışımlarla bezemeye çalışıyorum. Sokağın keşmekeşinden sıkıldığımda araba kornalarını bastırmak için içimden Attila İlhan’ın Kaptan şiirini ya da Arseni Tarkovski’nin Pervıe Svidaniya’sını okuma ihtiyacı hissedebiliyorum. Bir toplantıda bekletilmişsem elim hemen Lermontov’a gidebilir. Fevkalade kötü günler geçiriyorsam çareyi yeniden okumakta bulabilirim. Okuma serüvenim içinde hayatımla bu şekilde bütünleştirdiğim metinler bunlardan ibaret değil tabi. Bunlardan bir kısmına van Gogh yazımda değinmiş, onlardan af dilemiştim. Ayrıca, hafızamda her zaman bir dizi ya da film repliğine ve hatta muhatabımla yaşadığımız bir durum komedisine ilişkin yer olur. Onlarsız genellikle konuşamam.
IV: Çağrışımın burada oynadığı rol tamamen anlamın ya da anlamsızlığın ötelenmesinde yatıyor. Bir vaka olarak anlamsızlık ve bir arayış olarak anlam ne kadar ötelenirse o utanç verici tuzaktan o kadar uzaklaşıyorum. Hayatın bizzat kendisi bu sayede bir anlığına bir eğretilemeye (metafora) dönüşüyor. Kundera ne diyordu? Eğretilemelerle şaka olmaz. Tek bir eğretileme bile aşkı doğurabilir. Bence bazen hayat bile kurtarabilir. Bu benim buluşum mu yoksa çok tipik bir mauvaise foi mı emin değilim. Muss es sein?
V: Çağrışımları hayatıma yerleştirme şeklim Barthes’ın mitlere dair göstergebilimsel açıklamalarına da uyuyor diye düşünüyorum. Barthes için mit, metaforun bir adım ötesine geçip ideolojiyi ve kültürel değerleri benimsetip doğallaştıran bir anlamlandırma düzeyi. Bu yolu takiben, etrafımda tuttuğum çağrışımların hayatı mitleştirerek varoluşu doğallaştıran bir işlev gördüğü kanısına varabilirim.
VI: Şimdiye kadar yazdıklarım hem bir digression hem de sonraki satırlar için genişçe bir giriş olarak kabul edilebilir. Ancak anladım ki zaten bayadır sürüncemede kalan bu yazı henüz bitmeyecek. O yüzden başlığın yanına bir I koydum, ki Hafiflik’in bendeki çağrışımlarına ikinci bir yazıda geçebileyim. Ya da bu yazıyı hiçbir zaman bitirmemek üzere bir bahane mi buldum?
VII: Birinci kısmın sonuna geldik, neden Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ne bu kadar düşkün olduğumu hala pek anlamadık. Lass es sein.
